top of page

Kendimize Güvenerek Kudüs'ü Kurtarmak Mümkün mü?

Güncelleme tarihi: 27 Haz


1-Kendimize güvenerek Filistin'i veya tutsak olan herhangi bir ülkeyi özgürleştirebilir miyiz?


Cevap: Mümkün, fakat gereken şartlar dahilinde.

Peki nedir bu şartlar?

1-Gereken İlim 2-Gereken İnanç 3- Gereken Adım

Önce basite ve somuta indirgeyelim meseleyi. Dünya üzerindeki bir bölgeye gitmek, yardım etmek istiyorsak gereken şey adresi bilmek, haritayı okumak ve adrese gidecek araca sahip olmak ve de araca gereken yakıtı temin etmektir öyle değil mi?

1- Gereken ilim: alemi kitap gibi okumak ile kendini okumak yani adresi bilmek haritayı okumak


2- Gereken inanç: okuduğum alemde ve kendimde tanıdığım Rabbime, onun güç ve kudretine bağlanmak-inanmak-tutunmak yani aracımın yakıtı, benzini mazotu iman/inanç.


3- Gereken adım: ilimle, inançla hazırlanmış hamlelerim, hareketlerim, fiillerim, yöntem ve tekniklerim yani aracım, otomobilim.


O halde bu kurtarış işinde ilk şart: kendimize/rabbimize olan güvenin aleminde yani mana/duygu/his aleminde kurtarmak istediğimiz yerin adresini bilmek ve gidilecek yolu okumaktır.

Neden mana/duygu aleminde?


"İnsan kâinatın misal-i musağğarıdır. İnsanı büyütsen kâinat, kâinatı küçültsen insan olur." (Bediüzzaman-RNK) Sırrınca alemde ne varsa insanda o var. Yani içimde olmayan şey dış dünyada da yok. Şu durumda alem kendi içimi okuyabileceğim bir harita, içimi gösteren bir aynadır. Kendimi bilip rabbimi tanıma, bilme ve bulma işi için geldiğim bu alemde benden kendimi görmem, kendime bakmam ve kendimi geliştirip tanımam isteniyor ama gözlerimse dışarı bakar şekilde yaratılıyor.


Neden?

Tıpkı varlık aleminde kendimizi görebilmek için bir aynaya ihtiyacımız olduğu gibi Allah alemi de kendimize ayna kılmış ve gözlerimizi de bu aynaya bakacak şekilde yaratmış elbette.

O halde baktığım dünyada gördüğüm kim?

Kendim…


Allah’ın Rasulüne, yaşadığı çökmüş toplumda sıkılıp bunalıp acıyla, alemler içindeki yalnızlığıyla çekildiği mağarasında ilk sözü neydi? Yani ilk yardımı neydi?

“oku!”

Mağarada ne kitap vardı oysa, ne gazete, ne dergi ne çivi yazısı ne de bir duvar resmi… Neyi “oku” diyordu Allah?


“Oku, yaratan Rabbin adına ki, bütün varlığı O yarattı.”


Var olan her şeyi Allah hesabına, Allah adına oku, çünkü onları, O okunacak birer malzeme olarak yarattı. Yani alem koca bir kitap, yani yaşadığımız duygular o kitaptan bir paragraf, hayatımızın dertleri aslında Rabbimizin eğitim verdiği hayat okulundaki derslerimiz. Savaş okunacak bir ders, Kudüs okunacak bir ders, yıllardır abluka altında oluşu bir ders… Derdiniz dersinizdir diyor Allah adeta. Dersi okuyup anlayanın da aynı derdi kalmaz artık hayatında. Elbette anlayıp geçmiş olduğumuz dersi yeniden almıyoruz ama kalırsak geçemezsek telafisine kalıyoruz.

Bu bilgilerle, bu ilimle, bu nurun ışığıyla bakınca Dünyadaki savaşın adresi insanın içindeki izdüşümünde de var! O savaşı bul, mesajını yani hikmetini oku ve önce kendi Kudüs’ünü kurtar! Özgürleştir!


Sonra gereken adımı at; sanatçı mısın, sanatınla savun hakkı, eserinle ver mücadeleni, yazar mısın kaleminle ver mücadeleni, iyi mizah mı yaparsın mizahınla mücadele et, geniş kitlelere hitap mı ediyorsun hitabın bu defa Hakka adanmış olsun, paylaşımın bu kez Kudüs'ün selametine adansın, anne misin çocuklarına Salahaddin’in masallarını anlat, Halepli marangozun henüz fethedilmemiş Mescid-i Aksa için oyduğu minberi, kendi elinden geleni tam bir iman ile şüphe duymaksızın yapışını anlat! Gönlün mü yanıyor, canın mı acıyor, ya kaldır ellerini göklere ya da indir başını secdeye, en duygulu dualarını gönder yüce kudretin kapılarına! Her kimsen, her ne yeteneğin varsa senin silahın da o! Elinden gelen de o! Üzerine düşen de o! Onu yap ve tıpkı o marangoz gibi inan, Allah’ın emekleri zayi etmeyeceğine!


Ey iman edenler, eğer siz Allah'a, Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder. Kendinize itimadınızı artırır, ordunuzu güçlendirir, devletinizi ayakta tutar, itibarınızı yüceltir. Sizi kararlı, sabırlı ve azimli hale getirir.” Muhammet-7


Kendi içimizdeki Kudüs’ü kurtardığımızda ortak Kudüsümüzün de kurtuluşu kaçınılmaz olur. Çünkü alem insana bir aynaysa insanda olan gerçeği yansıtmaya mahkumdur!


Sanıyorum 90’larda Grup İlkcemre’nin bir marşı vardı bu konuda, hala hatırlarım sözlerini, ezgisini ve hissini.


“Toptan Sarılalım Yüce Kur’an'a

Çünkü Rahmet İnmez ayrı durana

Mü’minler İslam’a karşı durana

Biraz öfkelenip kafayı taksa

Esir mi olurdu Mescid-i Aksa ?

İslam toprakları oldu kan gölü

Akan bütün kanlar Hak için aksa

Esir mi Olurdu Mescid-i Aksa ?

Bulunmaz mı çare nedir bu illet

Böyle Hayat Sürmek Ne Büyük Zillet

Müslümanım diyen bu kadar millet

İslam gözü ile kendine baksa

Esir mi olurdu Mescid-i Aksa ?"


2-Devletin bir görevi var. Ama bireylerin hem şahsi hem de topluluk olarak güçleri yadsınamaz bir gerçeklik. Sizce insanlar neden burada kendi görevlerini hiçe sayıp bundan kurtulmaya çalışıyor?


Cevap: İnsanın en büyük handikapı; asla uzaklaşamayacağı kendinden kaçmak, beyhude bir kaçış çabası. İçinden kaçsan dışında mevcut, gözünü kapatsan kulağın duyacak, kulağını tıkasan içindeki ses haykıracak. Kaçmayı, görmezden gelmeyi, yok saymayı kurtuluş sanmak yani bir inkar içinde yaşamak çok kolay bir çözüm gibi geliyor. Deve kuşu misali, avcıyı gör başını kuma göm. Sonuç bugün değilse bile bir gün; buuuum!


Tabi burada “kaçmak” aslında yüzleşecek gücü kendinde görememek, ihtiyaç duyduğu güveni hissedememek, tutunacak ve güç alacak bir kaynak bulamamaktan kaynaklanıyor.

Bu noktada dönüp dolaşıp yine akla gereken ilim yani bilgi ihtiyacına geleceğiz.

Bu gereken bilgiyi ben nerden alacağım, neye tutunacağım peki?

Ne diyor Allah?


Kur’an’ın sağlam kulbuna tutunun!


Öncelikle İçimdeki ben’e değil beni bana verene güveneceğim! Çünkü ben sınırlı potansiyeli olan hata yapma özgürlüğüne sahip her an ölebilecek bir insanım sadece. Gücüm yetmez her şeye, benim gücüm, elimin yetiştiği yere kadardır. Bu yüzden ben’e değil, beni bana verene güveneceğim! O’na da ancak O’nu tanıdığım kadar güvenebilirim. Hakikat şu ki İnsan Rabbine güvendiği kadar rabbinden kuvvet ve kudret alır! Biz buna “İman gücü” diyoruz. Ve işte bu iman gücüyle de birçok azlar çoklara galip gelmiştir, tarih sahnesi şahit.

3-Insanin kendine güvenmesini ve sorumluluk almasını engelleyen asıl etken nedir?


Cevap: Elbette ki aciz ve fakir oluşu..! Asla kaçamayacağımız gerçeklerimizden biri de bu. Fakat burada kör bir noktamız var. “Ben ne yapabilirim ki, elimden bir şey gelmez ki, ben kimim ki, gücüm hiçbir şeye yetmez bu konuda….” gibi yarım yamalak bir bilgi ve nüansı kaçıran bir renk körlüğü bu. Herkes Allah'ın kendisine verdiği yetenek, nimet, güç ve kudret kadar mesul!

Neyden?

Şahit olduğu Hakk olan bir davadan ya da şahit olduğu haksızlıktan mesul.!

Ne tembihlemişti Allah’ın elçisi bize:


“Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.”


4-Peki biz kendimize gerçekten güvenerek tarihin akışını değiştirecek ve anlamlı bir hayat hikayesi yazabilmek için nereden başlamalıyız? İnsan kendine ve aslında bağlantılı olarak yaratıcısına bu güveni nasıl sağlamalıdır? Yani gerçek bir tevekkül etmek için kullar neler yapmalı?


Cevap: Tabi ki kendimizden başlamalıyız! Kendini ve Rabbini tanımaya çalışmakla insan güven oluşturabilir içinde. Tanıdıkça, bildikçe sağlam bir güven duyabilir ancak.

Tanımadığımız birine neden ve nasıl güven duyalım ki!? Allah'a güveneyim tamam da nasıl bir Allah'a güveneceğim ben, neden güveneceğim? Ya da neden güvenemiyorum Allah’a?


Önce aklımın bu sorularını cevaplayıp onu ikna etmeliyim, aklımı kandırmalıyım ilim suyuna. Aklımın bilgi eksikliğini giderip onu bu konuda ihtiyaç duyduğu ilimle beslemeliyim ki aklımdan giriş yapan ilim, kalbimin kabul kapılarına erişebilsin! Ne zaman ki kalp kapısından da içeri girer bu ilim, işte o zaman güven, inanç ve iman olur! O zaman mümin olur insan. Yani özetle güven için Allah’ı tanımamız şart. Adını bilmekten öte bir tanımak gerek güvenmek için.

Ne diyor Allah Hucurat 14. Ayette iman ettik diyen bedevilere :


"Bedeviler dedi ki: “İman ettik.” De ki: “Siz iman etmediniz; ancak “İslâm (Müslüman) olduk” deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Hiç şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.


İşte bizim de durumumuz ayetteki gibi… Müslüman olmuşuz fakat henüz iman kalplerimize girmiş değil ki uçan kuştan, çıkan böcekten, oluşacak tatsızlıktan, alınacak eleştiriden, birilerinin nefretini çekmekten, onaylanmamaktan, beğenilmemekten, ayıplanmaktan, hakkı savunmaktan korkuyoruz… Kulu kırmayayım diye Hakk’ı kırıyoruz…


5-Ayrıca bir dua etmekten bile imtina eden çevremizi nasıl uyarabiliriz?


Cevap: “Allah seninle beraber içimde senin temsil ettiğin yanlarıma da hidayet versin” diyebiliriz 😉 kula, dualı uyarı ve Allaha yakarış kombinasyonu. Aslında bazen insanın sadece fiilleri konuşmalı, elleri, ayakları, bakışları… Belki de uyarmak yerine davet etmeliyiz; dua ederken duamıza, adım atarken adımımıza, paylaşımlarımızla duygularımıza davet etmeliyiz.


6-Gundemden düştüğünde de bu derdi uzun soluklu kabullenebilmek ve çalışmalara devam etmek için ne gerekir? İnsanlara bu motivasyonlarının hep gerekli olduğunu nasıl idrak ettirebiliriz? Ya da bunun için bir motivasyon olması gerekmediğini?


Cevap: İnsan hayatında hiçbir şey aynı kalmaz, kalbinin ventrikülleri bile bir dolar kanla bir boşalır. Ciğerleri de öyle nefesle dolar ve boşalır. Bir şeylerin seviyesi varlık ve yokluk arasında hep gidiş geliştedir. Gece olur aydınlık gider, gündüz olur karanlık gider. Bu git-gellerin hepsi hayatın devamlılığına hizmet eder aslında. Vücudumuzdaki kaslar hep kasılı kalsa ne olur? Hep gündüz olsa, ciğerler dolsa ama boşalmasa, hep yağmur yağsa ne olur?

Bu nedenle bir şeyi aynı seviyede tutmaya çabalamak, fıtrata aykırı bir savaşa girişmek yerine sessizliği de bu dava uğruna nasıl hayra çevirebileceğimize odaklanabiliriz. Gündem düştüğünde yeni fikirler, yeni uygulamalar, yeni bilgilerin araştırmalarına girişebiliriz. Yeniden gündeme gelişte çok daha güçlü haykırabilmek için bu sessizliği içimize derin bir nefes çekmek için kullanabiliriz. Kader daima çözüm sırası gelen davayı gündemimize taşıyacaktır, kader kanununun bir görevi de bu.


Şeyma Kasap'ın Sorularına Nurcem Hanzadebek'ten Cevaplar


https://youtu.be/3rQpw6haj-0?si=xCX56Ch1oSDCIbAY

 
 
 

Yorumlar


Nun Külliyesi

  • alt.text.label.Instagram
  • alt.text.label.Instagram

©2022, Nun Külliyesi. Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page