top of page

En Kavurucu Çaresizlikte Duha Meltemi

Güncelleme tarihi: 27 Haz






Neden dilimizle ettiğimiz dualar, istek cümleleri, arzu ifadeleri çoğunlukla sığdır ve duyanı etkilemez, kendi kulağımız duysa kalbimizi kıpırdatmaz?


Ama bazen öylesine gözlerimize takılan bir çift göz görürüz. Duası, arzusu, isteği; gözbebeklerine nakşolmuş, yüreğinden taşıp da havaya karışıyordur sanki ve gayri ihtiyari kalbimiz yanarken "Allah ne muradı, ihtiyacı varsa versin. Yüreğini ferahlatsın" deriz. Ama sadece dilimizle değil kıpırdayan alevlenmiş bir yürekle deriz bunu. Şahit olduğumuz başka yüreklerin acıları kalbimize dokundukça saf ve temiz dualar çıkar yüreklerimizden onlar adına, sadece onlar için... Ve bazen de bu acılı yürek biz oluruz başkaları için... Neden?


Her derin duygu; dualara, isteklere, arzulara manevi bir kanat olur, bazen de Burak olur kabul kapısına erişir bir anda.


Ne kadar derin duygular varsa içimizde aslında hepsi bir kırgınlığın, küskünlüğün, kimsesiz ve yalnız bırakılmışlığın, çaresiz kalmışlığın, güvendiğimiz dağlara yağan karın büyüttüğü bir fidan, bir ağaçtır. Adeta kurumuş çürüyen duygularımız, gübre olup yeni bir başlangıcı beslemiş rahmet olup yeşertmiştir. Dünyayı da aşıp daha öte bir âleme kök salmıştır, meyvelerini bir zaman sonra kaderimize sunacak dallar yetiştirir Tuğba-asa.


Ömürlerimizin en karanlık vakitleri vardır, ne inleyen gönlümüzü gören bir göz, ne de can acısıyla dilden dökülen sözlerimizi dinleyen, duyan bir kulak vardır etrafımızda. Ne önümüzü görebiliyoruzdur ne de düştüğümüz dipsiz kuyudan bir çıkış yolu bulabiliyoruzdur. kimsesiz, yalnız, çaresiz, yılgın ve yorgun sessiz çığlıklarla hayatta savrulup dururuz. Günler, geceler birbiri ardınca geçer gider ama içimizde hep zifiri karanlık bir gecenin korkulu yalnızlığı, bunaltıcı ıssızlığı, umutsuzluğun beşiğinde endişeleri hüküm sürer. Herkese güneş doğup gündüz olur da bir bizim ömrümüze, gönlümüze uğramaz sanki o güneşin aydınlatıcı ışıkları. Her gündüzün ardında bir gece gelip geçer umutsuz gözlerimizden usulca. Sanki Allah bile bizi unutmuş, sanki Allah onca gaflet, vefasızlık ve nankörlüğümüze mukabil sonunda bize küsmüştür. Seslenip yakaracak bir Rab bile kalmamış gibi öyle yalnız öyle kimsesiz, öyle kapkara gecelerimiz vardır ya, işte onlara cevap verir asırlar ötesinden Duha suresiyle bize, der ki:


"Aydınlık sabahı düşün

Ve durgun, karanlık geceyi.

"Rabbin seni ne unuttu ne de darıldı" (Duha 1-3)


Bu müjdeyi duysa ya, rahmet sesine hasret meyus kulaklarımız! Bu güçlü ve keskin vaadi bilse ya yolunu kaybetmiş, çıkış yolundan umudu kesmiş aklımız! Karanlığın zifiriliğinde görme yeteneğini yitirmiş kör gözlerimiz görebilse ya bu vaatteki ışığı! Allah bize söz veriyor, yemin ediyor ve sanki diyor ki; "tıpkı aydınlık sabahların ardından durgun karanlık geceleri ardı sıra getirdiğim gibi şimdi kaderinin karanlık gecesini yaşıyor olsan da aydınlık sabahı hemen ardından getireceğim! Sana söz ey kulum, gece ve gündüz döngüsü gibi açık seçik ve şüphesiz! Sana ne küsüp darıldım ne de seni unuttum, nasıl dünyadaki canlıların büyüyüp gelişip yaşayabilmesi için gece ve gündüzün ardınca gelmesine ihtiyaçları varsa senin de manen yücelip gelişebilmen, terakkiyatta ilerleyebilmen için kaderindeki manevi karanlık ve aydınlığın peşi sıra gelmesine ihtiyacın var. Ve sana söz şimdi karanlık kör bir gecede ıssızlığın kucağında çaresizlik içinde acıyla kıvransan da aydınlık sabahım seni bir çok müjdeli nimetle bekliyor olacak!"


"öteki âlem/sonraki zaman senin için (hayatının) bu ilk bölümünden mutlaka daha iyi olacak!

Ve zamanı geldiğinde Rabbin sana (kalbinden geçeni) bağışlayacak ve seni hoşnut kılacak." (Duha 4-5)


Evet Allah ömrümüze de aydınlıklar vadediyor, yaşadığımız karanlıkların ardından. Tıpkı gece ve gündüzün ardarda gelmesi gibi... Şimdi karanlıkları yaşıyor oluşumuz aydınlık sabahın müjdecisi ve delîli.


Hepimizin hayatının ikiye ayırdığı kısmı vardır yaşanan bir olaydan öncesi ve sonrası olarak. O vakitten sonra eskisi gibi olmayız, hiçbir şey de bizim için eskisi gibi olmaz. İşte Allah karanlığa gömüldüğümüz, bir daha asla huzura feraha erişemeyeceğimize inandıran o siyahlıkta, umutların tükendiği çaresizlikte, tam o anda sesleniyor bize "sonrası bu ilk bölümden MUTLAKA daha iyi olacak!" diyor ve söz veriyor, vaat ediyor "ZaMaNı GeLdİğİnDe Rabbin sana gönlünden geçeni bağışlayacak ve seni hoşnut kılacak!"

O'nun sözünden öte güvenilir bir söz mü var? O'nun vaadinden öte sığınılacak bir senet mi var? İşte bunun da geçmişimizdeki misallerini hatırlamamız ve aklımızı ikna, kalbimizi teskin etmek için bize soruyor:


"O seni yetim olarak bulup bir sığınak vermedi mi?

Ve yolunu kaybetmiş görüp seni doğru yola iletmedi mi?

İhtiyaç içinde bulup seni tatmin etmedi mi?" (Duha 6-8)


Şimdiden geçmişimize şöyle bir baksak kim bilir kaç iniş kaç çıkış ardarda gelmiş, kaç dönüm noktamız olmuş, "Ah bittim!" dediğimizin ardında "Oh şükür!" dediğimiz anlara gelmişizdir. "Yetim olmak" sadece babası ölmüş olmak mıdır? Nice babası yaşıyor olsa da evladını babasız bırakmış olup ilgisiz alakasız bir varlık göstermeden uzakta kalan sözde babaların varlık içinde yokluk çeken evlatları vardır. Arasalar ulaşamazlar, gitseler bulamazlar, isteseler gelmez, şahit olmasını istedikleri anlarında görmez ve görünmez. İhtiyaç duyup güvenmek istediklerinde yoktur, sırtlarını dayayacak bir dağ bulamazlar arkalarında. Yetim kalmadan yetim olmuş olanlar vardır! İşte hayatımızın geçmişteki bir noktasında arkamızı kollayan, aczimizin aşikar olup kudretimizin yetmediği yerde el atan o baba desteğini göremediğimiz bulamadığımız ama çok ihtiyaç duyduğumuz anlarımız vardır. Yetim kalmadan yetim olduğumuz anlar... Ve mutlaka o anları yaşarken bir vesileyle birileri ihtiyacımızı gidermiş, işimizi halletmiş, bir şekilde tüm işler yoluna koyulmuştur. Ya da başka bir yol çıkıvermiş oradan feraha ermişizdir. Nasıl?


Tabi ki Rabbimiz bizi yetim olarak bulup vesileleri bize sığınak yapmıştır... Bildiğimiz her şeyi unuttuğumuz, ilmimizin çözümlerini tükettiğimiz; nerde, niçin, nasıl ve kim olduğumuzu unuttuğumuz anlarımız da vardır bizim. Yönsüz, yolsuz ve amaçsız kaldığımız anlar... Yine hiç ummadığımız olaylar dizisiyle, belki bir reklam sözü belki bir film repliği, belki de bir kitabın satırlarıyla, ummadığımız belki de hiç tanımadığımız kişilerin katkısıyla yaşam amacımızı bulup benliğimizi huzura kavuşturan doğru bir yola iletilmişizdir. Tüm o sebepler silsilesini hazırlayan, kurgulayan kim? Her muhtaçlık anında, en gizli ihtiyaçlarımızın sıkıntısını çekerken hayal bile etmediğimiz yerden ihtiyaçlarımızın giderildiğine şahit olmuşluklarımız da vardır. Aklımızın sınırlarının ötesinde bir kudret elinin tercihlerimizin ötesinde, planlarımızın dışında işleyip sevdiğimiz aklımızdan geçen bir yemeği bile öylesine uğradığımız komşuda tabakta önümüze sunduğunu, merak ettiğimiz bir sorunun cevabını otobüste giderken yolculardan birinin umursamazca sesi son ayarda izlediği bir videodan bize duyurduğunu, tevafuklar zincirini kurduğunu görmüşüzdür. O anlarda ne çocuksu bir sevinç ne hoş bir mutluluk kaplamıştır insanın içini. Koca ilahi kudret senin en küçük arzunu görüp hemen önüne koymuştur. Ne büyük bir değer ve kıymet! Nasıl da değerli hissettirir insana kendini bu ilahi jestler... Evet oldu, Bunlar ya da benzerleri geçmişimizi şöyle bir didiklesek hatırımıza gelecekler. Hem en küçükleri hem de en büyükleri ile birlikte hepsi tek tek bu ayetleri tasdik edecek. O halde?


"Öyleyse yetime haksızlık yapma,

Yardım isteyeni asla geri çevirme,

Ve [her zaman] Rabbini(n) nimetlerini an." (Duha 9-11)


Nasıl ki bizim ihtiyaçlarımızın görülmesinde, kader zincirindeki halkaların birleşmesinde Allahın yardım elinin hayatımıza ulaşmasında başka başka insanların hatta hayvanların da vesile olmalarıyla bir katkıları varsa Allah da bize Duha suresindeki son sözleriyle bizim de başkalarının hayatında "Allah'ın yardım eli" olma şerefini hatırlatıyor ve tembihliyor. Başında yol gösteren arkasını dayayacak gücü bulunmayan tıpkı bir yetimin halini yaşayan kimseler karşımıza denk geldiyse, hayatımıza girdiyse kendimizle o kişiyi denk tutmayıp hakkı gözetmeli Hakk'ın şefkat eli olup destek olabilmeliyiz. Karşımıza çıkan bir dilenci, mendil satan bir çocuk, yüz kızartıp borç, ihtiyaç veya bir konuda destek isteyen bir tanıdık olduğunda "Sana bunca güzelliği, jesti, tevafukları yapan Rabbin olan ben adına isteyene ver, asla geri çevirme!" diyen Rabbimizin bu öğüdünü ve tembihini hatırlayarak olasılık ve ihtimallere takılmadan "Allah adına" verebilmeliyiz şartlarımız dahilinde, gücümüz nispetinde tabiki. Bunlar esasen bizim hayatımıza ışık tutacak küçük sadakalar. Karanlık gecelere aydınlık sabahı getirecek dönüşümler.


Ve evet hep tersini yapıp düzünü yapmadığımız ve bundan da hiç gocunmadığımız son ayet, son öğüt: "ve Rabbinin nimetlerini çokça an"

Neden çokça veya her zaman Rabbimizin nimetlerini analım? Bu neye yarar? Nelere kapı açar?


Saymaya kalksak hatırlamaya bile gücümüzün yetmeyeceği nimetlerle donatılmış etrafımız. Hayatımızda biz sürekli yolunda gitmeyen, aksayan, istediğimiz gibi olmayan, planımıza uymayan, canımızı sıkan, kötü gördüğümüz her ne varsa tüm o şeyleri anıyor, olumsuz olanı sayamaya kalksak pek kolay sayabileceğimiz miktarda olan negatifliklere odaklanıyoruz. Onları o kadar çok konuşup anlatıyoruz ki sonunda beynimizi de bunların çokluğuna inandırmış oluyoruz. Her söz kendi frekansına maruz bırakır ulaştığı beyni ve ne kadar çok tekrarlanırsa da o kadar o frekans kalıcı olur. Yani 30 olumsuzluğu her gün defalarca anarak 30,000,000,000 çokluğunda olmuş sanarak hormonlarımızın da bu sayıdaki mutsuzluğu ürettiğini düşünün... Beynimiz hayatında sadece olumsuzluk var sanacak ve bir zaman sonra biz yaşamak istemiyor olacağız çünkü biz de yaşamda olumsuzluktan başka bir şeye körleşmiş olacağız. Halbuki tam tersi öğütlenmiş bize! Aydınlık bir sabahın hasretini çeken bizlere, bu karanlık geceleri sükunetle geçirebilmek için Rabbimizin bizi nasıl da her karanlıktan aydınlığa ulaştırdığı, en gizli, en küçük isteklerimizi nasıl da bir anda karşımıza çıkardığı, ihtiyaç anlarımızda nasıl da beklemediğimiz bir anda ummadığımız yerden bu ihtiyaçlarımızı giderdiği o anları anarız ve andıkça aydınlık sabahlara aydınlık bir yürek, aydınlık bir beyinle, sağlam bir bedenle hazırlanırız. Her nimetini anmaya ömrümüzün yetmediği o müthiş kudreti; beynimizi aldatarak hep bela ve acı yaşatma ithamından ve isyandan kurtuluruz. Hayatımızı cehennemleştirmek yerine cennete çevirmenin anahtarını sunuyor bu son ayet. En yüksek frekans olan "şükür" frekansına davet ediyor bizleri hem çokça, hem daima.


İşte en karanlık duyguların ateşinde acıdan kıvranırken Rabbin evvelki nimetlerini hatırlayıp güneşin doğuşundan önceki hâleyi görerek ferahlarız... Duha vakti yüreğimize gelir, karanlıklar vedaya başlar... Çektiğimiz her acı kanat olur, derecemizi yükseltir, çiğliğimizi pişirir, ahlarımız uçar, bizim için rabbin kapısında duaya durur...


Ved'duha!


Aydınlık, en karanlık olan anda en yakındır!




İktibaslarla İnsan Psikolojisi

Dr. Nurcem Hanzadebek Çep Yeşiloğlu

Yorumlar


Nun Külliyesi

  • alt.text.label.Instagram
  • alt.text.label.Instagram

©2022, Nun Külliyesi. Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page