Bu Gidiş Nereye?
- nurlarinsultani
- 25 May 2023
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 27 Haz
Kahramanın hafızasını kaybettiği senaryoları zihnimizde şöyle bir tarayalım.
Madem kendimizi unuttuk, neyi seviyorduk, nasıl yaşardık amacımız neydi artık bilmiyoruz. O halde aynı senaryonun içindeyiz aslında bir nevi.
Hafıza dediğimiz şey resetlendiğinde ne oluyordu ilk?
1- "Ben kimim?"
2- "Burası neresi?"
3- "Ne yapıyorum?"
4-"Nerden geldim?"
5- "Niçin geldim? "
6-"Nereye gidiyorum?"
.
.
Allah'ın icâdı Hafıza, yazılımını yeniden başlatıyor ve ekran işte bu sorularla açılıyor. Bu bir yeniden başlatma programı. Bu, işletim sistemi hata verdiğinde başvurulan resetleme yöntemi. Yeniden başlayarak insana bu soruların cevaplarını bulmaya geldiğini hatırlatıyor ilk olarak.
Tıkandık mı? İlerlemiyor mu artık hayat bizim için? Hiç bir anlamı yok mu her şeyin? Bomboş mu kaldık anlamsız, yanlız, mecalsiz, isteksiz..?
Hadi bir resetleyelim şu sistemi, yeniden başlasın!
Neydi ilk soru?
""Ben Kimim?""
Hakîkaten kimsin sen..?
Niye ilk bu soru geliyor hafıza kaybında? Kimliğimizin ne önemi var ki birincil olarak bunu hatırlamamız istenmiş? En büyük ip ucu bu. Ve ezbere bildiğimiz bir cevabı var:
"Kendini bilen, Rabbini bilir!"
Yani kendimizden başka bir şeyi bilebilmek için bile önce kendinin ne olduğunu bilmeye muhtaç birer varlığız. Ben'i bilmeyen sen'i farkedemiyor. Yani herhangi bir şeyi bilebilmek önce kendini bilmekle başlıyor.
Peki neden başka bir şeyi değil de "Rabbini bilir" demiş muhterem büyüğümüz?
Buna da bir hadis-i kudsî cevap olabilir:
"Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve mahlukâtı yarattım"
Bir icadın harika meziyetlerine, muhteşemliğine, hayalimize gelmez işleri yapabilmesine şahit oldukça onu icad edene hayranlık duyarız. Zekasına, planlamasına, bilgisine, tasarım gücüne şahit olur onu bu yönleriyle tanımış oluruz gözümüzle göremesek de tasavvur ederiz böylece...
Peki ya bilinmeyi isteyen kendisini bilecek olanı da icat etmişse, hem bilinecek nesne olan hem de bilecek özne olan esas rol oyuncusunu da esas amaca göre yetenekle donatmıştır elbette. İnsan iki yönlü bir mahluktur işte bu nedenle. Hem bilendir muhteşem icadı görüp bilerek Mucidi tanıyacak olandır hem de mucidini tanıtan muhteşem bir icad.
- İnsan... Muhteşem icad... Hem bilen hem bilinen, hem seyirci hem seyredilen, hem öğrenen hem öğreten, hem canı yanan hem can yakan, hem yaşayan hem yaşanan, hem hem icad edilen hem icad eden, hem mucidini tanıtan bir ayna hem aynaya bakan bir icad iki yönlü muhteşem bir mahluk insan...
Başka var mı?
Hem kendi sır olmaya hem de bu sırrı bulmaya programlanmış başka mahluk var mı?
Bilmece ta kendisiyken çözmesi gereken yine kendisi..!
Geri kalan icadlar-mahluklar tek yönlü, sadece ressamının sanatını tanıtan bir tablo, mucidinin muhteşem hesap kudretini gösteren bir sistem, hasılı görülüp bakılıp okunması gereken bir mesaj sadece. Kendiliği yok da mucidinin bir eseri olmaklığı var. Benliği yok da ait olduğu kudreti yansıtıcılığı, tanıtıcılığı var.
Ama insan öyle mi?
Tüm o mahlukata -kendi dahil- bakıp görmek, şahit olmak, tanımak, yaşamak ve bilmekle sereflendirilmiş. Bir kendilik, bir benlik bahşedilmiş ki ben'den başlayan bir bilme yolculuğunda sefere çıkan halife olmuş! Kendiliğini, benliğini, kimliğini tanıdıkça âlemi de hakkınca bilmeye başlar. Tablodan, eserden, sanattan Sanatkâra ulaşır elbet..! Hani şu dağların taşların kabul etmekten kaçındığı emanet var ya, işte o "benlik"..! İnsanı Yaratıcısına muhatap kılacak olan "ene"..!
Neydi o yaratıldığındaki ilk muhabbet?
"-Ben kimim, sen kimsin?
-Ben benim, sen sensin!"
Peki yer ve gök yaratılırken ki kelam?
"-isteyerek veya istemeyerek gelin!
-isteyerek geldik!"
İşte insanı Rabbine muhatap kılan, onunla konuşmaya, onu tanımaya, bilmeye ve dost olmaya fırsat sunan "benlik"tir, yani diğer adıyla "ene" başka bir deyişle 'nefis'.
Yerlere göklere emredilmiştir, ama benlik taşıyana sual sorulmuştur, bu dikkate değer değil midir? Doğru cevabı bulması, kendi sınırlarını tanıması, kimliğini bulması biraz zaman biraz da meşakkatle olsa da uzunca bir yaşam dersinden sonra aynı soruya:
-Sen Benim Rabbimsin bense âciz, fakîr bir kulunum.
Cevabını verecek idrake erişmiş önce kendini sınırlarıyla tanımış sonra da O'nun sınırsızlığını idrak ederek O'nu tanımıştır.
Aynı yolculuğu yaptığımızın farkında mıyız? Ne garip şey şu tarih ki, daha ilk insan dünyaya ayak basmadan tekerrüre başlıyor :)
Kâlubelâ'dan beri aynı soruyu cevapladığımızın farkında mıyız..?
Yani ruhların yaratılıp toplandığı Bezm-i elestteki
"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"
"Ben benim, sen sensin!" demeye devam ettikçe hayat bize sınırlarımızı öğretiyor. Hiçbir şeyin bize ait olmadığını, zerrece sahipliğimizin olmadığını öğretmek için hastalıklar geliyor, "benim başıM" dediğimiz başı kaldıramaz oluyoruz, istesek de kalkmıyor. Bir felç iniyor "benim koluM" dediğimiz kol ne kadar irade etsek de kımıldamıyor. Ve anlıyoruz ki:
//"benim" dediğim hiçbir şey benim değilmiş!benim değilmiş ki sözüm geçmiyor! Asıl sahibi ben degilmişim ki hükmüm geçmiyor! Ne kadar da fakîrim ne elim benim, ne bedenim! Bunlar bile benim değilken hangi şey benim olabilir, bana ait bir mal olabilir!?//
Sonra âcizliğimizi öğretmek için çaresiz kalacağımız, gücümüzün kudretimizin yetmediği, elimizin yetişmediği olaylar yaşıyoruz. Hayat insana âcizliğini ve fakîrliğini öğretiyor ancak ondan sonra:
"Sen benim Rabbimsin, bense senin âciz, fakîr kulunum!"
İdrakına ulaşıp da Bezm-i elestteki "ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Sorusuna olan sözümüzü ikrar ediyoruz:
"Hayır tabiki, sen bizim Rabbimizsin!"
-Rab ne demek sahi?
-Eğiten, öğreten, besleyen, büyüten, ihtiyaçları gideren...
Şimdi yeniden söz tazeleyelim mi?
Bize hayat, beden, ruh, kalp, akıl, benlik vererek kendine muhatap kılıp kendini tanımamızı ve bizimle dost olmayı isteyen ve bu hayat denen okulda "kendini ve Rabbini bilme" müfradatı işlenirken bizi verdiği tüm yetenek ve âza ile eğiten doğru ve dengede kullanmayı gerek teorik gerek tecrübî olarak öğreten, maddî ve manevî her âzamızı ayrı bir rızıkla besleyen(koku,tat,ses,görüntü,ısı,nem,sertlik yumuşaklık,sevgi, şefkat,istek, öfke) tüm hayat tecrübelerimizle birlikte bizi olgunluğa eriştirip büyüten, en gizli ihtiyaçlarımızı bile vakti geldiğinde hiç beklemezken gideren kim?
Anadan babadan atadan deden gördüklerimizi, geleneksel ezbere inandıklarımızı, elalem diye, çevre diye, ne derler diye elimize dilimize ayağımıza, boynumuza taktığımız zincirleri kenara bırakarak düşünelim ve bize bahşettigi "benlik" ile cevap verelim
ve:
"kendi" cevabımızla yaşayalım özgürce!
Tüm aldatmacaların ardındaki itiraflar peki? Hani hep kulak tıkadığımız vicdanımızın Rabbine olan mahçup itirafları? Hani hep mantığa bürüyerek kendimizi akladığımız ve sesini kıstığımız vicdanımızın cevapları?
"Hayır tabiki Sen benim Rabbimsin..!
Belki kapağını açmadım bana gönderdiğin kitabın... Belki kapağını açsam da hiç anlamaya çalışmadım, anlamadım... Belki yaşadığım olaylarla benimle konuştuğunu bile farketmedim, yaşadığım hayata kahrettim, beğenmedim. Kendi yaptığım seçimlerin sonucunu yaşamayı kaldıramadım, kendi suçlarımı-hatalarımı kabullenemedim gizlice seni suçladım, sana küstüm... Belki ben hiçbir şey yapmadan sen her şeyi düzelt istedim, dua bile niyet bile etmeden hem de... Belki alttan alta ilahlığını benim hizmetime ver istedim. Ben neyi, nasıl, ne zaman istersem onu öyle yapmalıydın sanki, yapmazsan sana kızmam küsmem bundandı belki... İşler sarpa sarınca her şeyi suçladım, herkesi suçladım... Kendime olan kızgınlığımı ve öfkemi kendimden bile böyle saklamaya çalıştım başkalarını suçlayıp başkalarına kızarak.
Ama işte hiçbir istediğime elim yetişmedi. İstemediğim hiçbir şeyi de kendimden, hayatımdan kaderimden, uzaklaştırmaya gücüm yetmedi. Ama artık aklen de kalben de kabul, her şeye gücü yeten Sensin! Kabul, her istediğini olduran Sensin! Ben fark edemedim ilahçılık oynamışım aslında. Ya hayatımı kendi ellerimde sandım ya da başkalarının ellerinde. Ya ilah olmuşum kendime ya kul olmuşum ellere... Eşi ve benzeri olmayan tek olan ilah Sensin! Sevdim sevdim kırıldım, incindim, aldatıldım, umursanmadım, parçalandım... Sevilmeye yegâne layık Sensin! Karşılıksız sevgi ve sonsuz şefkatle kucaklayan Sensin!
Her kaybın ardında bana kalan tek gerçeksin!"
İktibaslarla İnsan Psikolojisi
Dr. Nurcem Hanzadebek Çep Yeşiloğlu






Yorumlar